AZ

EMEKSİZ ÇÖREK NESLİ! - Vətən Naminə

">

Eskiden biz çocukların az veya çok görevleri vardı.
Köylü çocuğu olduğumdan, toprak çabalamak, sebzeleri sulamaktan tut inek otlatma sulamaya kadar bir çok görevim vardı.
Sıkıysa yapma!
Yapmanın ödülü, yapmamanın cezası vardı.
Bu hepimiz için aynıydı.
Ama hepimiz de bir yerlere gelip adam gibi adam olduk!

En güzel meslek yıllarımdan saydığım yıllarca köy öğretmenliği yaptım, öğrencilerimin de okul dışında görevleri daha okulda başlardı. Hizmetlimiz yoktu, öğrenciler ders bitiminde temizler, yarın ki yakacak odun kömürü ayarlar; oğlanlarım okuldan çıkınca evde üstunu değiştirir ya oduna tarlaya gider, ya inek otlatır; kızlarım ise ya ekmek yapar, hiç işi yoksa kardeşlerine bakardı.
Hepsinin yeri ayrıdır, hepsiyle gurur duyuyorum o ayrı da üç sınıfın bir arada okuduğu o okulda (Konya-Kadınhanı-Yağlıca Köyü) ne mühendisler, ne öğretmenler çıktı.
Bunlar o beğenmediğimiz defalarca değiştirdiğimiz, sistem ve mufredatın geçerli olduğu yıllarda gerçekleşti.

Ya şimdi öyle mi?

Gencin birisi kuytu kenarda oturan yaşlı bir amcanın yanına yaklaşır:

“Amca sigaran var mı?” diye sorar.
Amca, nazik bir şekilde ceketini eline sokup tütün ve sigara kağıtlarının bulunduğu sigara tablasını çıkarıp oğlana doğru uzatır.

Oğlan, sigara tablasına bakıp;
“Amca ben bunu sarmasını bilmiyorum bana sarar mısın” deyince,

Amca ister istemez tütünü sigara kağıdına koyup sarar ve gence uzatır.

Oğlan, amcanın sardığı sigarayı eline alır,
çakmağını bulup almak için elleriyle ceplerini yoklar, çakmağı yoktur. Bir umut ellerini cebine sokup iki eliyle ceplerini karıştırır ama gene bulamaz.

Hafiften de olsa sıkılıp mahçupluk duyarak; “amca, çakmağımı evde unutmuşum çakmağın da var mı?” diye sorar.

Amca, cebinden çakmağın çıkarır; çakmağı almak için uzanan elin sahibine; “Ben yakarım” der ve uzanan ağızın ucundaki sigaranın en ucunu yakar.

Delikanlı, sigaradan derin derin bir iki nefes çekip nikotin ihtiyacını giderip rahatlayınca:
“Amca, ben bu sigarayı bırakacağım ama uğraşıyorum bir türlü bırakamıyorum” deyince; amca artık dayanamaz, içinde birktirdiklerini dilinden Azad eder:
“Oğlum, ne bırakacaksın bırakıp ta; sigarayı veren, saran, yakan başkası, sen devam et”

Benzetme örneği zararlı bir maddeyi içerse de; anlamlı bir örnek olduğuna inandığım bu örneğin açılımını yaptığımız da;
En keyif verici anlamdaki eksiklerinin bile başkaları tarafından örtülüp, giderilerek, kolaylaştırdığı; bu yüzden, kolayın kolayına alışan, ceza görmediğinden eksikliklerinin cezasını çekmeyen; çekmediği için ders almadığından alamadığından da bu eksikliğinin farkına varmayan; farkına varmadığıdan da bu eksikliklerini gidermeyen, gideremeyen;
kısaca, “emeksiz ekmek” elde eden nesiller yetişiyor.

Bir de bunu okuyun:

Kaptan, gemisindeki zor işlerde çalıştırmak için işçi arıyormuş.
Üç kafadar, yeterlilik sorularını cevaplayıp işe alınmak için kaptanın karşısına çıkmış:

Kaptan ilkine soruyu sormuş:
Ne iş yaparsın?
Adam kendine çok güvenen bir sesle;
“Efendim, ben çok uzakları görebiliyorum. Mesela, geminin üzerinde durduğu denizin bittiği binlerce mil uzakta bir krallık var, orada bir saray var, sarayın içinde bir prenses, o prensesin elinde ise bir iğne bir iplik; işte ben, o prensesin ipi geçirmek istediği iğnenin deliğini görüyorum.”
Kaptan, bu seri cümleleri duyup fena bozulsa da; cevap verip ses çıkarmayı kelimelere zulüm saydığından hemen diğerine geçmiş aynı soruyu ikincisine sormuş.

İkinci adam, kaptanın arkadaşını dinledikten sonraki değişen psikolojisini anlamış olsa gerek, gayet nazikçe ve uzatarak “Efendim” deyip etkili olsun diye zaman aralığı bıraktıktan sonra başlamış konuşmaya;
“Ben çok iyi duyarım; arkadaşın gördüğü Prenses var ya, aha o elindeki iğneyi düşürdü, iğnenin yere düştüğü esnadaki çıkardığı tınnn sesini duydum”

Kaptan iyice bozulmuş, ikincisine vereceği cevap, birincisinkine vereceği cevaptan daha ağır, zulüm geldiğinden hemen üçüncüsünü geçip aynı soruyu ona sormuş.
Adam gayet emin bir şekilde,
“Ben fena kızarım efendim”, devam etmiş; “mesela, şu iki yalançı munasebetsiz gereksiz iki adama fena kızdım” deyince, kaptanın hafiften de olsa yüzü gülmüş; diğerlerinin yüzüne bakmadan “siz ikiniz gidin”, üçüncü adama dönüp “sen kal”

Kaptanın aslında burada yaptığı
Bu iki adama kaptan gibi, üçüncü adam (bununki de maharet değil de) gibi kızdık.
İyi de; zoru sevmeyen; zor gelen, sorumluluk yükleyen işlerden kaçan; yapmaya kalktığında çuvallayan; basit işlerle kendini ve egosunu aldatan
kısaca; işemeyi işten, kırağıyı kıştan sayan nesiller yetişiyor.
Peki bunda kabahat kimde?
Aileden tut okula, okuldan tut sisteme müfredata kadar bir çok kabahat bulabilir, tartışıp, tartışmayı da uzatabiliriz.
Ama;
Bence belirleyici ve yön verici en önemli unsur sistemdir. Sistemin etkili olmasının iyi olmasının en iyi çozümü ise, ödül ceza dengesi ve hak edenlerin, başarılıların kaldığı eleme usulüdūr.

Konuyu, güncel konu olan müfredat değişikliği ile bağdaştırırsak.
Birinci sınıftan itibaren kalmanın olmadığı, devamsızlık sınırının olmadığı; okumayacağım diyen öğrencinin zorla okulda tutulduğu; o okuldaki eğitimde en fazla yetki bilgi sahibi olan müdüre, yardımcılarına, öğretmenlere sınıfta bırakma dahil cezalandırma yetkilendirmelerinin verilmediği hiçbir müfredat ta, sistem de başarılı olmaz, müfredat ta; geçerliliği ise yeni sistem ve müfredata kadardır; yenisinin de diğer yenisine kadar!

Trafik polisi korkusu yüzünden emniyet kemeri takan bir millete;

Çocuğun başarısızlığını ön plana çıkarıp cezalandırmayalım, ileride düzelir diye az da olsa başarısını on plana çıkaralım mantığıyla diye sınıfta bırakmamak; tembelliği ödüllendirmek, başarılı çocukların başarısız çocukla aynı konuma getirip başarılı çocuğu ve çalışmasını cezalandırmak değil midir?

Bakın sınıfta kalmayı getirin, belirli zaman dilimlerinde düzey sınırı getirin, nasıl olsa geçecek diye okulu öğretmeni, eğitimi takmayan veli ve ögrenci “ne oluyoruz” diye irkilip nasıl toparlıyor!

Dünya’nın en berbat müfredatı; harf değil kelimenin öğretildiği, daha doğrusu ezberletildiği; bizim okullardaki ögrencinin birinci sınıfta iki ayın içinde gerçekleştirdiği gazete okuma becerisine liseli yıllarda ulaşabilen Japon ve Çin eğitim sistemi ve müfredatıdır ama ne garipse, arkasında, önünde “Made in China, Made in Japan” yazan para veripte aldığımız evlerimizdeki teknolojik aletlerin üreticisi de bu sistem ve müfredatın sahibi ülkelerdir.

Eğer, kendi halk karakterinize göre ödül ve ceza yöntemlerini getirilmezsek;
“Emeksiz çörek” isteyen; “işemeyi işten kırağıyı kıştan” sayan, sanal ortamda üşengeç pasif birey olarak yaşayan, her yaptığının karşılığını sanal ceza olarak alacağını düşünen, bu yüzden yaptığı yanlışın düzeyini ve sayısını arttıran tembel, sorunlu kişilik ve düşünce mağdurları oluşturur; sonra da biz nerede hata yaptık diye iki elimizi yanaklarımdan birleştirir, yine yeniden hangi sistem ve mufredatı getirsek kara kara düşünürüz.

Sağlık, huzur, saygıyla kalın!

Hasan BARIN Alioĝlu
Gazeteci-Tarihçi Araştırmacı Yazar

Bütün xəbərləri reklamsız oxumaq üçün

Günlük ölkədə baş verən xəbərləri bizdən izlə.

Seçilən
204
vetennamine.az

1Mənbələr